30 Ocak 2011 Pazar

ASKERİ UYKUSUZLUK

Askeri uykusuzluk, uyumamak değildir. Derin uykuya hiç bir zaman geçemeden uyandırılmaktır. Yüzlerce kez aralıksız tekrarlandığında insanın beyni yırtılır ve gözleri yuvalarından düşer. Belleği sarsan ilk depremdir. İkincisi, kişinin, emirle çalışan bir makineye dönüşmesi sonucu karar verme düzeneğinin devre dışı kalmasıdır. Uyuduğunu sanan beyin rüya görmeye devam eder ve on dokuz saat uyanık geçen askeri bir gün içinde onlarca kez ani hatırlama krizleri geçirilir. Ani hatırlama krizleri, üç yüz dördüncü kez yıkandığınız bir lavabonun üzerindeki aynaya baktığınız anda altı yaşında yediğiniz bir tokadın acısını hissetmenizdir. Hiç bir zaman düşünmediğiniz, hiç bir zaman hatırlamadığınız her şeyi, o an ve yerdeymiş gibi, bir rüyadaymış gibi yeniden yaşamanızdır. Bu krizler sırasında, sabahında eve nasıl döndüklerini bilmeyenlerin arasında sarhoş gecelerinde ne yaptıklarını hatırlayanlar bile vardır. Askerliğin hafıza açıcı tarafı sağlıklı bir etki değildir. Kriz bittiğinde gerçeğe dönmek insanı mahveder.

ASKERLİK VE CEHALET

Bot deniliyordu burada. Postala Bot bot, bir zamanlar yaşadığım hayata sivil deniyordu. Daha bir sürü şeye, başka bir şey deniyordu. Askerlere ait bir dil vardı. Orduca. Konuşmaya gerek yoktu, anlamak yeterliydi. Hatta hiç bir dilde konuşmaya gerek yoktu. Çünkü konuşmayan rütbedeydik biz. Rütbesizlik rütbesi. Teoriye göre askerliğin temeli disiplindir. Teoriyi sırtından bıçaklayan pratiğe göre ise askerliğin temeli erlerdir. Temel, zemin, ne denirse densin, ordu üzerimizde duruyordu. Her şey ve herkes üstümüzdeydi. Biz dev bir tankın paletleriydik.. On beş yıllık başçavuşların inatla parke dediği parkalarımızın sol üst cebinde taşımak zorunda olduğumuz -Erbaş ve Erin El Kitabı- adındaki, karmaşık bir makinenin karmaşık prospektüsüne benzeyen kitapçıkta yazdığı gibi, ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan rütbesiz askerlerdik. Muhteşem askerler ! Eğitimde fırsat eşitliğinin en üst düzeyde yaşandığı ülkede, er olmak için elimizden gelen çabayı gösterip her hangi bir üniversiteden mezun olamamış, her hangi bir meslekte uzmanlaştığımızı kanıtlayan bir diploma alamamıştık. Bu fedakarlığımızla gurur duyuyorduk. Çünkü biliyorduk. Zorunlu askerlik hizmetine ilişkin kanun ve yönetmeliklerde bir yanlışlık yapıldığını biliyorduk. Er olmak için en fazla lise mezunu olmak gerekiyordu. Her erkeğin üniversite mezunu olduğu bir ülkede erlik yapacak kimse kalmayacaktı. Ordunun kaidesi ayaklarının altından kayıp gidecekti. Buna göz yumulamazdı. Kanun koyucunun gözünden kaçan, bizden kurtulamamış ve her hangi bir üniversiteden diploma almamaya yemin etmiştik. Bazılarımız, orduyu ersiz bırakma korkusundan okumayı bile öğrenmemişti. Ne cesaret ! Ne büyük fedakarlık ! Şehit ya da gazi olmamıza gerek yoktu. Bize zaten kahramandık. Vatan severliğin bedelini hayat boyu cehaletle ödeyen kahramanlar! Ayrıca cahil kalmamızda da bir sorun yoktu. Ceza kanunlarının ruhunu herkesten daha iyi kavramıştık. Çocuğunu okula göndermeyenin cezası sadece para ödemekken, askerlik hizmetini yerine getirmemenin karşılığı hapisti. Ne demek istediğini anlayabiliyorduk. Kulaklarımız duyuyordu.Kanun satırlarına gizlenmiş o muhteşem mesajı almıştık. Bunu kanunlar söylüyordu. Okulu siktir et ama askerliğini mutlaka yap, diyorlardı. Benim açımdan cahil kalmanda sorun yok, yeter ki asker ol. Çünkü kusura bakma ama, cehaletin umrumda bile değil! Peki demiştik bizde. Sen nasıl istersen!... Devletin gösterdiği yoldan gitmek büyük keyifti. Belki dışımız değil, ama içimiz çok rahattı.

OYUN

Zorunlu askerlik hizmeti, tek kişilik bir oyun değil, binlerce insanın bir araya gelip sahnelediği bir gösteriydi. Oyuncuların da, izleyicilerin de asker olduğu bir gösteri. Yanaşık düzen eğitimi, bir koreografiydi. Marşlar, bir müzikalin parçasıydı. Kamuflaj, milimertik bir kostümdü. Emirler, sorular ve yanıtları, ezberlenmesi gereken repliklerdir. Asla sadık kalınmayan senaryo, yönergelerde yazıyordu. Yönetmene "komutanım" deniyordu. Komutan her şeyi deniyordu. Her şey vardı. Her şey hazırdı. Ancak bütün bunlar çok fazla gürültü çıkarıyordu. Dyanılmayacak kadar çok. Yatağı yarıp içine girmek isteyecek kadar çok. Başımı koyduğum yastığı başımla doldurmak isteyecek kadar çok...

ASKERLİK

Zorunlu askerlik hizmetii emek, zaman ve kaynak israfıdır. Erlik derhal bir meslek statüsü kazanmalı ve profesyonel ordunun bir parçası haline gelmelidir. Her üç ayda bir toplanan yüz binlerce genci askere dönüştürmek için harcanan çabanın onda biriyle ordunun işlevselliği on kat arttırılabilir. Sosyo-ekonomik açıdan geri bırakılmış toplumun zorunlu askerlik hizmeti yoluyla olumlu anlamda biçimlendiği düşüncesi asla geçerli değildir. Bunun kanıtı, nesillerdir aslerlik hizmetini tamamlamış erkeklerin yönlendirdiği günümüz toplumunun mevcut düzeyidir. Askerliğin insanı adam ettiğine ilişkin inanç, bütünüyle temelsizdir. On dokuz yaşına kadar cahil bırakılmış genç erkekleri dayatma yoluyla, on beş ay içerisinde bilinçlendirmek mümkün değildir. Dolayısıyla, 460 gün boyunca izmarit toplayarak mıntıka temizliği yapmış olanla, kanalizasyonu denize akıtan aynı kişidir. Dolayısıyla, 460 gün boyunca vatan sevgisi aşılanan insanla, devletine kazık atan aynı kişidir. Dolayısıyla, 460 gün boyunca vatandaşını adam etmek için uğraşanla, insani gelişmişlik endeksinde dünya 84'üncüsü olan aynı ülkedir. Ordu, zorunlu katılımlara ihtiyaç duyamayacak kadar ciddi bir kurumdur. Alınan eğitimin süresi bellidir. Çağdaş hiç bir ordu böyle askerlere güvenerek varlığını sürdüremez. Kahramanlık şiirleri okuyan ve komando üniforması giymiş beş yaşındaki çocuklar kadar asker olan bizler, bu vatan için öleceğiz. Çünkü ne savaşmayı biliyoruz ne de hayata dair umutlarımız var ! .